Bakire Takipçimizin Tüysüz Sulu Şeftalisi Kısa Fakat Etkili Bir Video; Ben Mustafa, 23 yaşında, 1.87 boyunda, 93 kiloda, eskilerin tabiriyle, taşı sıksa suyunu çıkarır dedikleri iri yapılı biriyim. Askerden geleli 3 ay olmuştu ve ben iş bulamadığım için akşam evde babamla tartışmıştım. Sokağa çıktım ve her zamanki gibi sokağımızın başındaki arkadaşlarla sohbet ettiğimiz, seneler önce kesilmiş büyükçe bir ağacımız vardı, onun üzerine oturmuş sigara içiyordum, hem de kendi kendime düşünüyordum. Babam haklıydı, benim gibi bir adam nasıl olurda iş bulamazdı. Ben bunları düşünürken enseme aniden bir tokat indi. Gayri ihtiyari arkama dönmemle karanlıktaki adama yumruğu koymam bir oldu. Adam pat diye yere düştü…
Birde ne göreyim, bu bizim Orhan abiydi! Orhan abi benden 8 yaş büyük, çok sevdiğim bir insan, o da beni çok severdi. Hemen taksici arkadaşım Sezgin’i çağırdım. Taksi durağı yakındı. Sezgin’e durumu anlattım. Sezgin durumumu biliyordu zaten, ben hastaneye gidemezdim, Orhan abinin babası ve abileriyle husumetliydim, beni orada görürlerse tekrar eski olaylar depreşebilirdi. O yüzden gidemezdim. Ayrıca Orhan abiyi üzemezdim. Sezgin Orhan abiyi hastaneye götürmüş ve ailesine de haber vermiş. Orhan abinin ailesi hastaneye gelince de ortalık karışmış, karakola filan haber vermişler.
Sabaha karşı Sezgin hastaneden geldi. Gelir gelmez bana, “Lan şerefsiz, bir şaka için yapılır mı bu?” dedi. Ne oldu falan derken, Orhan abinin çenesi 3 yerden kırılmış ve beyin sarsıntısı geçirmiş. Şok olmuştum. Oysa Orhan abi benim el şakasını hiç sevmediğimi ve bu tür şakalar yüzünden kaç kişinin canını yaktığımı bilirdi. Orhan abi kendine gelince Sezgin’e, “Söyle Mustafa’ya birkaç gün ortalardan kaybolsun, ben hastaneden çıkana kadar piyasada görünmesin!” demiş. Ben de Orhan abiyi kırmamak için, karşı komşumuz Alirıza amcanın kızı ve aynı zamanda çocukluk arkadaşım olan Ayten’in evli olduğu köye gittim.
Alirıza amcalar bizim 25 yıllık komşumuzdu. Bizim orası 28.500 nüfuslu küçük bir ilçe olduğu için herkes birbirini tanırdı. Ayten’le çocukluğumuz aynı mahallede, aynı sokakta, aynı evlerde geçmişti. Ayten’le aynı gün doğmuştuk, yarım saat arayla, ben Ayten’den yarım saat büyüktüm. Bu konu aramızda bazen şaka, bazen kavga konusu olurdu, ama kardeş gibiydik, birbirimizden saklımız gizlimiz yoktu. Günlük kıyafetlerimize kadar birbirimize sormadan veya beğenmeden giymezdik. O kadar birbirimize bağlı idik…
Ben askere gidince, 1 ay sonra Alirıza amcalar Ayten’i dayısının torunuyla evlendirmişler. Zaten birbirlerini de seviyorlardı. Ayten çok güzel bir kızdı, tıpkı Marlin Monroe gibiydi. Herkes ona Marlin derdi. Onun bu güzelliğinin yüzünden ben çok kafa göz kırmıştım, o yüzden Ayten bana hep, “Benim fedaiyim!” derdi. Bana, “Seni ben evlendireceğim, yengemi sana ben kendi ellerimle bulacağım!” derdi. Ve bulmuştu da, sürekli eve telefon edip köyüne çağırıyordu, bulduğu kıza bakmamı istiyordu. Annemler de ısrar edip duruyorlardı. Bu vesileyle hem Ayten’in, hem de annemin dilinden kurtulurum diye o köye gittim.
Kapıyı çaldım. Kapıyı Ayten açtı, beni görür görmez ta tepeme zıpladı, “Ay fedaiyim gelmiş!” diye boynuma öyle bir sarıldı ki, nefesimi kesti. “Kız dur, boğuluyorum!” diye bağırdım. Ama o tekrar tekrar sarılıp öpüyordu. Neyse hoşbeşten sonra yemek çay derken, sohbete koyulduk. Akşama doğru ev doldu taştı. Meğer Ayten beni koca köye reklam etmiş, geldiğimi duyan komşular meraktan beni görmeye gelmişler. Misafirler gittikten sonra Ayten’in kayınbabasına, “Yakup amca, bu ne kalabalık, her zaman böyle misiniz?” diye sordum. “Evlat bana ne soruyorsun, Ayten’e sorsana, 2 senedir köyde senin reklamını yapıyor!” dedi. Ben utanmıştım. Ama Yakup amca, “Oğlum ne utanıyorsun, koç gibi adamsın, utanacak ne var?” dediğinde biraz rahatlamıştım…
Saat 22:00 gibi Yakup amca, “Ben yatıyorum evlat, sabah Mersin’e gideceğim. Senin geldiğin iyi oldu, bizim haytadan hayır yok!” dedi. “Ne oldu Yakup amca, hayırdır?” dedim. “Ayten sana anlatsın!” dedi ve yattı. Evde 3 kişi kaldık, 85 yaşında bir nine, Ayten ve ben. Ayten’e kocasını sordum, “Yusuf nerde, niye gelmedi?” diye. “O sabah ancak gelir!” dedi ve başladı ağlamaya. Ayten’in kayınvalidesi ölene kadar Yusuf iyi kötü akşamları eve geliyormuş, o öldükten sonra köydeki 4 tane zibidiye takılmış, çoğu zaman eve de uğramıyormuş. Üzülmüştüm. Ayten, “Boş ver, ben alıştım zaten! Hadi yatalım, sabah koyunları götüreceğiz!” dedi ve herkes odasına gitti. Ama ben sabaha kadar uyumadım.
Sabah Ayten beni uyandırmaya geldi. Ben de yeni uyanmış gibi yapıp kalktım. Bana, “Sabaha kadar uyumadın değil mi?” dedi. “Hayır çok güzel uyudum!” dedim, ama kimi kandırıyorum, Ayten bu, benim ruhumu biliyor. “Yusuf’u bekledin değil mi?” dedi. “Hayır…” falan dedimse de inandıramadım. Kahvaltıdan sonra yanımıza azıklarımızı, çayımızı şekerimizi, çaydanlığımızı ve bir battaniye alıp, koyunları otlatmaya yaylaya doğru çıkardık. Koyunlar otlarken biz çeneye başladık, ama konuşmaya başlar başlamaz Ayten ağlamaya başladı. Hem anlatıyor, hem ağlıyordu. Ayten birden göz yaşlarını sildi ve “Mustafa senin yardımına ihtiyacım var, bana senden başkası yardım edemez!” dedi ve anlatmaya devam etti: Evleneli 2 yıldan fazla olduğunu ve halen kız oğlan kız olduğunu, Yusuf’un kendisini amından hiç sikmediğini söyledi.
Ben şaşırmıştım ve şok olmuştum, ne söyleyeceğimi bilmiyordum. “Peki bu zamana kadar ne yaptınız?” diye sordum. Ayten, “Hep götümden sikti! Zaten siki 12-13 yaşındaki çocuk pipisi kadar ancak var, şerefsiz kendi götünü siktiriyormuş!” deyince, ben tekrar şok oldum. Kendime geldikten sonra, “Peki, ne yapacaksın? Boşan o zaman!” dedim. “Olmaz, boşanırsam kayınbabam da ölür! Kaynanam da bunun yüzünden kalp krizi geçirip öldü!” dedi. “Canım benim!” diye sarıldım, kendisinden başka herkesi düşünüyordu, “Peki ben ne yapabilirim?” diye sordum. “Bana kesinlikle itiraz etmeyeceksin!” dedi. “Etmem!” dedim. “Kızmayacaksın!” dedi. “Kızmayacağım!” dedim. “Beni ayıplamayacaksın da!” dedi. “Peki tamam!” dedim. “Bak itiraz edersen seninle ölene kadar konuşmam!” dedi.
İyi biliyorum ki dediğini sonuna kadar yapardı. Bana, “Bayram gününü unutma!” diye de üstü kapalı bir tehdit savurdu. “Tamam, şimdi anlat bakalım, nasıl yardım edeceğim?” dedim. Bu arada odun ateşindeki çayımız da olmuştu. Çaylarımızı da doldurdu, içerken anlatmaya başladı: “Beni sen sikeceksin!” dedi. Şaşkınlıktan ağzımdaki çayı yutamadım, dışarı püskürttüm. Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemiyordum, “Ayten sen ne söylediğinin farkında mısın?” dedim. “Evet canım farkındayım! Söz verdin unutma!” dedi. “Evet ama ben bunun için söz vermedim ki!” dedim. “Söz sözdür unutma! Hem ben kendimi senelerdir senin için saklıyordum!” dedi. Ben tamamen şaşırdım, “Ayten olmaz!” falan dedimse de fayda etmedi…
“Yapmazsan akşam eve giderken elbiselerimi yırtarım, Mustafa bana saldırdı diye bağırırım, seni de kendimi de rezil ederim valla!” dedi. Çaresiz, “Tamam, tamam!” dedim. Ayten, “Kalk o zaman, yukarı ormana doğru çıkalım!” dedi ve dudaklarımdan öptü. Battaniyeyi aldı yürümeye başladı. Ormana kadar ne söylediysem dinlemedi. Ormanda kimsenin bizi gömesine imkan yoktu, hemen dudaklarıma yapıştı. Vantuz gibi dudaklarımı çekiyor, emiyordu, öyle ki nefesimi kesiyordu. Tam bir profesyonel fahişe gibiydi. Hem öpüşüyor hem soyunuyorduk, artık ok yaydan çıkmıştı. Ayten, “23 yıllık yaraksızlığım sona erecek!” diyor seviniyordu.
Battaniyeyi altımıza yaymamızla soyunmamız bir oldu. Ayten benim aleti görünce gözleri yerinden fırladı, “Oha bu ne lan? Zehra’nın anlattığından da büyük bu! Zehra bunun için mi herkese hava atıyordu? Kaltak, benim yediğim yarağı hiç biriniz yiyemezsiniz diyordu, demek haklı yere kasıla kasıla geriliyormuş orospu! Kaç cm bu?” dedi. “Ne bileyim?” dedim. “Neyse akşam evde ölçerim nasıl olsa!” dedi ve sevişmeye tekrar başladık. Ayten’i altıma aldım, dudaklarından başladım, memelerine gelene kadar 2 defa kasıla kasıla orgazm oldu. Bu arada benim yarak ta yavaş yavaş kafayı kaldırmaya başlamıştı.
Ayten’in taptaze memelerini yoğuruyordum, nohut büyüklüğündeki uçlarını hafif hafif dişlerken, Ayten’in inlemeleri iyice ayyuka çıkıyordu. “Sessiz ol, biri duyar!” dediğimde ise, “Rahat ol, bu gün buralara bizden başka kimse gelmez!” diyerek inlemelerine devam ediyordu. Bu arada Ayten’in kasıklarına kadar yalaya yalaya gelmiştim. Benim yarak ta iyice gerilmişti ve zaten 2,5 aydır bir şey görmemişti. Yalayarak Ayten’in o muhteşem bal kutusuna erişmiştim. Bacaklarını yavaşça incitmeden yalaya yalaya arasını iyice ayırdım. Artık Ayten kudurmuş bir şekilde küfürler ederek, tehditler savurarak, “Hadi gir içime, hadi sik beni, patlat amımı, kadının yap beni, sok onu orospu çocuğu!” diyordu.
Tamam dedim, bu kıvama geldi, ancak bu şekilde içine alabilirdi benim yarağı. Ayten kendi eliyle yarağımı tutup o tüysüz şeftali gibi bal kutusunun ağzına dayadı, bana sadece köküne kadar yüklenmek kaldı. Aksi takdirde benim yarağımı alamazdı. İyice ballanmış amında fırçalayarak başını ıslattığı yarağımın gövdesini de ben tükürükle ıslattım ve “Hazır mısın aşkım?” dedim. “Hazırım canım, hadi sok artık, bayılacağım yoksa!” demesiyle, tek seferde taşaklarıma kadar kökledim. Aytenin sesi ormanın her tarafında yankılanıyordu. O şekilde kımıldamadan 8-10 dakika bekledim içinde. Ayten bana, “Senin ananı avradını sikeyim orospu çocuğu, beni öldürdü ya lan yarağın, göt veren!” diye küfrederek yavaş yavaş hareketlendi, canlandı…
Ama ne canlanma! “Tamam mı? Kızlığımı patlattın mı?” diye sordu. “Evet!” dedim. “İnanmıyorum, ben ben şimdi kadın mı oldum?” dedi. Tekrar, “Evet!” dedim. Bu defa başladı teşekkür etmeye. Biraz öpüştükten sonra tekrar başladık, sikişmemize kaldığımız yerden devam etmeye. Tam bir saat sikiştik. Akşam koyunları sütlerinin sağılması için eve götürmemiz gerekiyormuş, toparlandık ve koyunları önümüze katıp eve vardık…
Cenabet durmak istemiyordum, ninenin yanında Ayten’e, “Ben çok terledim, bir duş alayım!” dedim. Nine hemen oradan, “Evlat bak banyo şurada!” diye bana banyoyu gösterdi. Duşumu aldıktan sonra akşamki yattığım odaya gidip, hemen yattım…